Bu eski sorular genelde sadece
filozofları ilgilendiren meseleler gibi görünürler. Bilim insanları daha
ziyade dünya nasıl ve neden oluştu gibi meselelere odaklılardır. Fakat
bu konuda bazı mevcut tahminler var ki, konu bilimin meselesi haline
gelebiliyor.
Günümüzde bizlerin devasa bir bilgisayar simülasyonu içerisinde
yaşıyor olabileceğimize dair fikirlerle ilgilenmek çok sayıda fizikçi,
kozmolog ve teknoloji uzmanını mutlu ediyor, Matrix tarzı bir sanal
dünyada yaşamak, yaşadığımız hayatı gerçek sanmamıza neden olabilir.
Şüphesiz, isyankar sezgilere sahibiz. Bir simülasyonu bütünüyle
gerçek gibi hissedebilir. Elimdeki kahve fincanının ağırlığı, içeriğinde
bulunan zengin aroması, etrafımı çevreleyen sesler – bu denli zengin
deneyimler nasıl sahte olabilirler?
Fakat geçtiğimiz birkaç on yıl boyunca bilgisayar ve bilgi
teknolojilerinin aldıkları olağanüstü gelişmeleri dikkate almak gerek.
Bilgisayarlar bize acayip bir gerçekliğe sahip oyunları deneyimleme
şansı sağladılar – bu oyunlarda bulunan otonom karakterler yaptığımız
seçimlere yanıt verebilme becerisine sahipler – bunların yanısıra sanal
gerçeklik simülatörleri muazzam bir inandırıcılık gücüne sahipler.
Tüm bunlar sizi paranoyak yapmak için yeter de artar.
Matrix hikayeyi eşi görülmemiş bir berraklıkla formülleştirmeyi
başarmıştı. Bu hikayede, kötücül bir güç tarafından sanal bir dünyanın
içerisine hapsedilen insanlar kendilerine yaşatılan sanal hayatı
koşulsuz bir gerçek gibi algılıyorlardı. David Cronenberg'in 1983 yapımı
Videodrome ve Terry Gilliam'ın 1985 yapımı Brazil'i de benzer konular
işliyorlardı.
İşlerin berbat bir noktaya doğru gittiği
bu yapımların ardında karaltılar içerisinde iki soru karşımıza çıkıyor.
Gerçek olmayan sanal bir evrende, bir simülasyonun içerisinde
yaşadığımızı nasıl bilebiliriz? Ve bunun bir önemi olmalı mı?
Bizlerin aslında bir simülasyonun içerisinde yaşadığımız
düşüncesini savunanlar arasında oldukça yüksek profilli insanlar
bulunuyorlar.
Haziran 2016'da teknoloji girişimcisi Elon Musk bizlerin su
katılmamış bir gerçeklik içerisinde yaşıyor bulunma olasılığımızın
milyarda bir olasılığa sahip olduğunu iddia ediyordu.
Benzer şekilde, Google'ın yapay zeka uzmanı Ray Kurzweil bu konuya dair düşüncelerini şu sözler ile özetlemişti;
''Belki de bizim evrenimiz bir başka evrende yaşamakta olan bir lise öğrencisinin bilim deneyinden başka bir şey değildir.''
Dahası, bazı fizikçiler bu olasılığı akılda bulundurmaya istekliler.
Nisan 2016'da bu fizikçilerden bazıları ABD, NY'da bulunan Amerikan
Doğal Tarih Müzesi'nde konu üzerinde tartıştılar.
YAŞADIĞIMIZ EVREN GERÇEK OLMAYABİLİR
Elbette bu insanların hiçbiri Matrix'te olduğu gibi yapışkan
sıvılarla dolu bir kapsülün içerisinde kablolarla tutturulmuş şekilde
yaşadığımızı ileri sürmüyorlar.
Onun yerine iki farklı şekilde içerisinde yaşamakta olduğumuz evrenin aslında gerçek olmayabileceğini öne sürüyorlar.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden kozmolojist Alan Guth,
evrenimizin bir laboratuvar deneyinden ibaret olabileceği iddiasında
bulunuyor. Bu düşünceye göre evrenimiz süper zeki bir tür tarafından
yaratılmış olabilir, aynı mikro organizmalardan bir koloni oluşturan
biyologların yaptıkları gibi.
Guth, bu düşüncenin evrenimizin oluşumunda gerçekleştiği düşünülen
Büyük Patlama'nın sonucunda uzayın gerçek madde ve enerji ile dolduğu
düşüncesini geçersiz hale getirmediğini de söylüyor.
Yeni bir evren kendi baloncuğu içerisinde kendi uzay zamanını
yaratabilir. Bu evreni kapsayan baloncuk belki de daha büyük merkezi bir
evrenden koparak ortaya çıkmış ve zamanla aralarındaki bağlantı
bütünüyle yitirilmiş olabilir.
Bu senaryo aslında hiçbir şeyi değiştirmiyor. Evrenimiz bir kabarcık
içerisinde yukarıda anlatıldığı gibi oluştuysa, bu kabarcık oluşumlar
bir deney odasında bulunan test tüpleri içerisinde bulunan kabarcıklar
olabilirler, fakat bu fiziksel ''gerçeklik'' sözde ''doğal'' olarak
ortaya çıkmış sayılıyor.
BİR BİLGİSAYAR KARAKTERİNDEN FARKLI DEĞİLİZ
Ancak, ikinci bir senaryo daha bulunuyor. Ayrıca bu ikincisi, tüm
dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyor, çünkü bizim gerçeklik dediğimiz
şeyi bütünüyle yıkmak üzerine kurulu.
Musk ve öteki benzer kafadaki kimseler bizlerin bütünüyle
simülasyondan ibaret olduğumuz düşüncesini öne sürüyorlar. Bu düşünceye
göre bizler, süper güçlü bir bilgisayarın içerisindeki bilgisayar oyunu
karakterlerinden farklı değiliz.
Hatta beyinlerimiz de bu bilgisayar tarafından programlanmış durumda,
bilgisayarın bize verdiği sahte verilere tepki vermek üzerine
kurgulanmışlar.
Bu görüş, bize içerisinde yaşadığımız söylenen Matrix'ten bir kaçış
olmadığı sonucuna varmamızı sağlıyor. Yaşadığımız her neresi ise, orada
yaşamaktan başka çaremiz olmadığını söylemek istiyorlar.
Peki ama bu tip oldukça süslü bir olasılığa neden inanalım? Ortaya
atılan düşünce oldukça basit: bizler zaten simülasyonlar üretiyoruz, ve
pekala daha iyi bir teknolojinin yardımı ile ürettiğimiz simülasyonlar
çok daha kapsamlı bir hale gelebilir.
Gerçekleştirdiğimiz bilgisayar simülasyonları oyunlardan ibaret
değil, araştırmalarımız için de bu tip teknolojiler kullanıyoruz. Bilim
insanları bir atomun davranışından tutun da koca bir toplumun
davranışlarına ya da evrenin tamamına kadar pek çok unsuru taklit eden
simülasyonlar üretmeye çalışıyorlar.
Örnek olarak, hayvanlara dair yapılan bilgisayar simülasyonları sürü
ya da bireysel halde sürdürülen davranışların karmaşıklığı hakkında
bilgilerimizi arttırmamıza yardımcı olabilir. Daha farklı simülasyonlar
bize gezegenlerin, yıldızların ve galaksiler hakkında bilgi
sağlayabilirler.
İnsan topluluğunu taklit eden simülasyonlar ile şirketlerin nasıl
ortaya çıktıklarını, şehirlerin nasıl geliştiklerini, trafiğin ve
ekonominin nasıl işlediğini ve daha pek çok konuda bilgilerimizi
arttırabiliriz.
Bilgisayarların güçleri arttıkça ürettiğimiz simülasyonlar daha
karmaşık ve gelişmiş bir yapıya ulaşıyorlar. İnsan davranışlarını taklit
eden bazı simülasyonların bilişsel yapımızı taklit etme denemeleri uzun
zamandır deneniyor. Araştırmacılar üretilen simülasyonların karar alma
süreçlerinde bilgisayar yazılım dilinde sıkça kullanılan
''if...then...'' (eğer...o
halde...) kısıtlamasının ötesine geçecekleri tarihin hiç de uzak
olmadığı konusunda hemfikirler. Onun yerine bilgisayarlara insan
beyninin basitleştirilmiş bir modelini entegre ederek nasıl tepki
vereceğini görmek istiyorlar.
EVRENİN BİR BAŞKA KÖŞESİNDE ZEKİ BİR TÜR ÇOKTAN BU NOKTAYA ULAŞMIŞ OLAMAZ MI
Bir gün gelecek bütünüyle hesaplamaya dayanan ve Matrix'te bulunan
ajanlar gibi düşünüp karar alabilen sanal oluşumlara hayat
veremeyeceğimizi kim söyleyebilir? İnsan beyninin çalışma prensiplerini
daha iyi anlamamız ve haritalandırmamız, kuantum bilgisayarlarının vaat
ettikleri uçsuz bucaksız işlem hacmi ile birleştiğinde tüm bunları
gerçekleştirmek gündelik hayatın sıradan bir parçası haline gelebilir.
Eğer bu aşamaya ulaşırsak, çok fazla sayıda simülasyonu işletme
şansımız olacaktır. Tüm bunlar çevremizi saran ''gerçek'' dünyadan daha
geniş ölçekli ve sayıca üstün durumda olacaklardır.
Evrenin bir başka köşesinde zeki bir tür çoktan bu noktaya ulaşmış olamaz mı?
Eğer öyle ise, evrenin bir yerlerinde bizim gibi bilinçli varlıkların
aslında bir simülasyonun içerisinde yaşadığımızı ve arkada çalışan
sanal gerçeklik içerisinde sadece bir tane dünya olmadığını düşünmesi de
mantıklı olacaktır. Bu olasılık şimdi daha büyük bir boyut kazanıyor.
Oxford Üniversitesi'nden filozof Nick Bostrom, bu senaryoya dair üç olasılık öne sürüyor.
Zeki toplumlar kendilerini sistemin dışına çıkarmayı başarmadan
aslında bir simülasyonun içerisinde yaşadıklarını asla gerçek manada
öğrenemezler, ya da
Zeki bir başka tür bu noktaya vardıysa da bazı sebeplerle bu tip bir simülasyon kurmamış olabilirler, ya da;
Bizler bir simülasyonun birer parçası olmaya uygunuz.
Mesele şu ki, bu opsiyonlardan hangisi daha fazla olasılık dahilinde olabilir?
Astrofizikçi ve Nobel ödüllü George Smoot, birinci ve ikinci olasılıklara inanmamız için ortada bir sebep olmadığını belirtiyor.
Şüphesiz, insanlığın kendisi şu anda pek çok problemin sebebi
durumunda, küresel ısınma ve nükleer silahlar sebebiyle neslinin tükenme
olasılığı gibi. Fakat bu sorunlar nihai bir son manasına gelmek zorunda
değiller.
Üstelik, bu problemleri yaşıyor oluşumuz, bunların da üretilmiş
ajanların içeriğinde kendilerini gerçek ve özgür sandıkları bir
simülasyonun bir parçası olmadıkları manasına gelmez. George Smoot şunu
da ekliyor, Evrenin başka bir köşesinde bizim dünyamız gibi yaşanabilir
bir başka gezegende neler olduğuna dair ne biliyor olabiliriz? Bu daha
ziyade, bizim kendimizi evrendeki en zeki canlı türü olduğumuzu farz
etmemiz ile ilgili olabilir.
İkinci madde hakkında neler söyleyebiliriz? Mesela, yaratacağımız bir
simülasyon teknik bir sorun nedeniyle kendisinin gerçekten var olduğunu
düşünecek olsa ve özerkliğini ilan etse, o halde etik sebepler
nedeniyle simülasyonlar üretmeyi durdurabiliriz.
Fakat Smoot'un söylediğine göre bu pek olasılık dahilinde değil.
Çünkü gerçek dünyayı taklit eden simülasyonlar üretmemizin oldukça
geçerli bir sebebi bulunuyor. Bu bilgisayar simülasyonları dünyayı daha
iyi bir hale getirebilir ve başkalarının hayatlarını kurtarabilir. İşte
bu onları üretip işletmemiz için yeterli bir etik sebeptir.
BU BİR SİMÜLASYONSA PROGRAMIN AÇIKLARI BULUNABİLİR
İşte bu gerekçeler bizi üçüncü olasılık ile baş başa bırakıyor; biz zaten bir simülasyonun içerisinde yaşamaktayız.
Fakat bu şimdilik sadece bir varsayımdan ibaret. O halde, bir
simülasyonun içerisinde yaşadığımıza dair kesin kanıtlara nasıl
ulaşabiliriz?
Çok sayıda araştırmacı bu tip bir kanıta ulaşmanın simülasyonun ne
derece iyi kurgulandığına bağlı olarak değişebileceğine inanıyorlar. Bu
konuda atılabilecek en iyi adım, programın içerisindeki hataları aramak
olacaktır, aynı The Matrix'te yapay bir doğada yaşamakta olunduğunu
açığa çıkaran arızalı noktalar gibi sorunlar bulmak, sistemin asıl
yapısının ortaya çıkmasını sağlayabilir. Örneğin, fizik yasaları ile
uyumsuz unsurları arayıp tespit ederek bunu yapabiliriz.
Alternatif olarak, yapay zeka mütehassısı Marvin Minsky'ın önerisi şu
yönde, bu arama çalışmasını hesaplama hatalarından ortaya çıkan
''sayıları yuvarlak hale getirme'' sorunlarını tespit ederek
gerçekleştirebiliriz. Örneğin, sonuçlanma olasılığı güçlü hadiselere '1'
diyecek olursak, bunların gerçekleşmediklerini tespit etmemiz, ortada
ters giden bir şeyler olduğunu anlamamızı sağlayabilir.
Bazı bilim insanları, bir simülasyonun içerisinde yaşadığımızı
düşünmek için ortada ciddi sebepler olduğuna ikna olmuş vaziyetteler.
Sebeplerden bir tanesi, evrenimizin sanki tasarlanmış gibi görünmesidir.
Doğanın değişmezleri, mesela temel güçlerin kuvvetleri gibi, yaşamı
mümkün hale getirmek için bilhassa ayarlanmış gibi görünmektedirler.
Aksi halde atomlar uzun süre stabil halde kalamazlardı, ya da yıldızlar
mevcut formlarına sahip olamazlardı. Bu meselelerin mevcudiyetleri ve
neden böyle oldukları, kozmolojinin en derin gizemleri olarak varlıkları
koruyorlar.
"ÇOKLU EVREN"
İhtimal dahilindeki bir yanıt ''çoklu evren'' düşüncesini
anımsamamızı sağlıyor. Belki de orada bir yerlerde çok sayıda başka
evren bulunuyordur, hepsi Büyük Patlama benzeri hadiseler ile ortaya
çıkmışlardır ve hepsi farklı fizik yasaları tarafından
yönetiliyorlardır. Bu evrenlerin bazıları ise şans eseri hayatın
yeşermesi için uygun ortama sahip olmuşlardır – ve eğer bu tip bir uygun
ayara sahip olmayan bir evrende olsaydık uygun ortama sahip olanlar
hakkında gereken soruları soramazdık, çünkü asla var olamazdık.
Ancak, paralel evrenler fikri oldukça spekülatif bir düşünce. Bu
sebeple en azından kendi evrenimizin içerisinde yaşama olasılığı mümkün
olsun diye parametreleri ile oynanarak yıldızların, galaksilerin ve
insanların ortaya çıkmalarını sağlamaya yönelik düzenlemelerin yapıldığı
bir simülasyon olduğunu düşünmek akla yatkın hale gelmektedir.
Bunun mümkün olmasına rağmen, mantık bizi herhangi bir noktaya
ulaştırmıyor. Yine de, herhalde yaratıcılarımızın ''gerçek'' evreni
onların da var olmaya devam edebilmeleri için bilhassa yaşama uygun
şekilde ayarlanmış olmalı. Demek oluyor ki, varsayalım bir simülasyonun
içerisindeyiz, o halde bu yaşama uygun hale getirme meselesi için evrene
düzgün bir ayar çekilmiş olması gizemini aydınlatmamızın bir yolu
bulunmuyor.
Konu evrende hata aramaya gelince, bazıları modern fizik sayesinde
keşfettiğimiz ve gerçekten tuhaf olan bazı unsurların bir şeylerin
yanlış gittiğine dair en güçlü deliller olduklarını işaret ediyorlar.
Kuantum mekaniği, evrendeki en küçük ölçekli unsurların teorisi, her
türlü acayipliğin en üst seviyesinde. Örneğin, hem madde hem de enerji
tanecikli bir görünüme sahipler. Dahası, inceleyebildiğimiz evrenin
çözünürlüğünde limitler olduğunu görüyoruz, ve eğer çok ufak ölçekli bir
şey üzerinde çalışıyorsak, şeylerin ''belirsiz'' bir görünümde
olduklarına tanık oluyoruz.
Smoot, bunların kuantum fiziğinin belirsiz özellikleri olduğunu ve
bir simülasyonun içerisinde var olduğumuzu düşünmemize sebep olan
etkenler haline geldiklerini söylüyor. Bu durum aynı önünüzdeki ekrana
çok fazla yakından baktığınızda görüntünün içerisindeki pikselleri
görebilmeniz gibi bir duruma neden oluyorlar.
İkinci bir tartışma, evrenin matematiksel ana hatlar üzerinde
ilerlediğine dair ortaya çıkıyor, bu da kendinizi bir bilgisayar
programının içerisinde gibi sanmanıza neden olabilir. Eninde sonunda,
bazı fizikçilerin söyledikleri, gerçeklik sadece matematikten ibaret
olabileceği yönünde.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden Max Tegmark, eğer fizik
yasaları birer bilgisayar algoritmasından ibaret iseler, bundan ne
ummamız gerektiği tartışmasını ortaya atıyor.
Ancak, bu tartışma oldukça dolambaçlı görünüyor. Hepsinden önce, eğer
bizim ''gerçek'' dünyamız bazı süper zeki canlıların ürettikleri
simülasyonlardan ibaret ise, aynı bizde olduğu gibi bunların kendi
evrenleri de bazı fiziksel prensiplerin temelleri üzerinde bulunuyor
olmalıdır. Demek oluyor ki, bizim dünyamızın matematikselliği bir
bilgisayardan kaynaklandığı manasına gelmez, aksine evrenimiz bir
bilgisayar simülasyonu olsa da matematiksel yapısı o simülasyonu işleten
bilgisayarın bulunduğu evrenin kendi kuralları da o şekilde olduğu için
mümkün olabilir.
Aksine, simülasyonlar matematiksel kurallar üzerine inşa edilmiş
olmak zorunda değiller. Örneğin, rastgele sonuçlara ulaşmak üzere
kurgulanmış olabilirler. Bu durumda süreçlerin sonucunda elde ettiğimiz
veriler açık deliller olmayacaklardır, yani doğanın matematiksel
işleyişi her şeyin ''gerçek'' olduklarını düşünmemiz için yeterli birer
sebep sayılamazlar.
Ancak, fiziğin temelleri hakkında yaptığı çalışmalara dayanarak
Maryland Üniversitesi'nden James Gates, daha spesifik sebepler öne
sürerek fizik kanunlarının bir bilgisayar simülasyonu tarafından dikte
edildiklerini düşünmemiz için olağan şüpheler bulunduğunu söylüyor.
Gates, kuarklar, proton ve nötronların bileşenleri, atom çekirdeği
gibi atomaltı parçacıklar düzeyindeki madde hakkında çalışmalar
sürdürüyor. Diyor ki, bu parçacıkların davranışlarını yöneten kanunlarda
oluşan hatalar bir bilgisayar tarafından işletilen yazılımlardaki
hataları düzeltmeye yarayan kodlara sahip gibi görünüyorlar. Yani belki
de bu kanunlar gerçekten bilgisayar kodlarından ibaret olabilirler mi?
Belki de olabilir. Ya da belki de bu fiziksel yasaların hatalarını
düzelten kodlar bulunduğu düşüncesi, bizim kendi ilerlemiş
teknolojilerimizin ışığında doğayı yorumlama şeklimizden
kaynaklanmaktadır.
BİR SİMÜLASYONUN İÇERİSİNDE YAŞADIĞIMIZI İSPAT ETMEMİZ OLDUKÇA GÜÇ
Bir zamanlar Newton mekaniği evreni saat mekanizması gibi işleyen bir
sistem olarak algılamamıza neden olmuştu, ve daha yeni olan genetik
çalışmalar – bilgisayar çağının şafağında – bazı şeyleri kayıt ve okuma
özelliğine sahip dijital kodlar gibi görmemize neden oldular.
Eğer imkansız değil ise bile bir simülasyonun içerisinde yaşadığımızı
ispat etmemiz oldukça güç görünüyor. Eğer bir simülasyonun içerisinde
yaşıyorsak bile, sistemi yürüten bilgisayar aşırı büyük bir hata
yapmadığı sürece bunu ispat etmemiz mümkün olmayabilir.
Smoot, gerçeği asla öğrenemeyebileceğimizi söylüyor, sebebi basit,
zihnimiz bunun için yeterli değildir. Nihayetinde, kendi ürettiğiniz bir
oyunun kurallarına göre hareket edecek bir ajan yarattığınızda, bu
ajanın sistemi yıkmasını istemezsiniz. Eğer bir simülasyonun içerisinde
yaşıyorsak bile, bu dışını asla göremeyeceğimiz bir kutudan ibaret
olabilir.
Ancak bu bilgece sebep eğer büyük bir bilgisayar tarafından
yönetiliyorsak bu duruma neden üzülmememiz gerektiğini gösteriyor. Çünkü
eğer öyle ise bile bazı fizikçiler bizim hayatımız dışında ''gerçek'
bir dünya ve hayat var ise bile onun da bizimkine benzediğini
düşünüyorlar.
Kuantum teorisinin kendisi artan bir şekilde bilgi ve hesaplama
konusuna dayanıyor. Bazı fizikçiler şunu hissediyorlar, en temel
seviyesinde, doğa kuramsal matematikten ziyade kuramsal bilgiye dayanan
bir yapıya sahip: bilgi bitlerinde olduğu gibi bilgisayarların çalışma
prensibi olan bir ve sıfırlardan oluşmuş gibiler. Etkili br teorik
fizikçi olan John Wheeler bu kavramı şöyle adlandırıyor, ''Bit'ten
mütevellit.''
Bu bakışa göre, en temel parçacıklardan yukarı doğru var olan her şey, bir çeşit hesaplamadan ibaret.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden Seth Lloyd diyor ki, ''Evren
bir çeşit devasa kuantum bilgisayarı olarak kabul edilebilir. Eğer
evrenin ''içine'' bakacak olursak – maddenin en küçük boyutunun yapısına
– bu sistemin içinin -kuantum- bitlerinden başka bir şey olmayan
lokal, dijital işleyişe sahip olduğunu görürüz.
Bu bizi maddenin kütlesine götürüyor. Eğer gerçeklik sadece bilgi
ise, ve eğer biz bir simülasyonun içerisindeysek ya da değilsek, bu bizi
daha az ''gerçek'' yapmıyor. Her iki durumda da, bilgi bütünüyle biz
olabiliriz.
Bu bilginin doğa ya da süper zeki bir bilgisayar tarafından
programlanmış olması neyi değiştirir? Neden değiştirmesi gerektiği de
yeterince açık değil – şunun haricinde, sonraki durumda, herhalde
yaratıcılarımız simülasyona müdahale edebilirler, ya da hatta tamamen
kapatabilirler. Bu konuda nasıl hissetmeliyiz?
Bu olasılığı önemseyen Tegmark, simülatörün sıkılma olasılığına karşı
hepimizin dışarı çıkıp ilginç bir şeyler yapmamızı öneriyor.
Bu söylemin en azından yarısının şakacıktan ifade edildiğini
düşünüyorum. Yine de, elbette ilginç hayatlar sürmek için sebep
arıyorsak aksi takdirde silineceğini düşünmekten daha iyi seçenekler
bulabiliriz. Fakat fikrin tamamıyla birlikte bazı problemler yanlışlıkla
ağızdan kaçıyor.
Süper zeki bilgisayar düşüncesi şöyle söylüyor,
''Ahh bak, bu biraz sıkıcı çalışıyor, hadi bunu kapatıp başka bir tane açalım,'' bu görüş insandan çıkabilecek komiklikte.
''Yaratıcılarımızın'' Xbox başında oturan gelgeç akıllı gençler olabileceği ihtimali üzerine Kurzweil'in bir okul projesine verdiği yanıt gibi.
Bostrom'ın üç olasılığı hakkındaki tartışmalar bir çeşit solipsizme
(tekbencilik) yol açıyor. Bu, evren hakkında derin sözler söylemek için
21.yy insanına uygun bir tahmin girişimi. Şuna söylemeye getiriyor:
''Biz
bilgisayar oyunları yapıyoruz. Bahse girerim bizden daha gelişmiş
canlılar da kesin yapıyorlardır. Tek fark onlar yaptılar mı alasını
yapıyorlar!''
Bu süper zekalı oluşumların neler yapabileceklerini düşünmeye
çalışalım, ya da bunların neden oluştuklarını, önümüzde pek fazla
seçenek yok fakat işe kendimizden başlayabiliriz. Fakat bunlar cehaletin
iplik ağları ile çepeçevre sarıldığımız sonucuna gelmemeli.
Dünyanın simülasyon olabileceği görüşü eski bir filozofik görüşün
günümüz teknolojisi ile harmanlanmış hali. Bunda bir sakınca yok. Pek
çok filozofik muamma gibi, o da kendi sanılarımızı ve önyargılarımızı
yeniden gözden geçirmemizi sağlıyor.
1700'lerin başlarında filozof George Berkeley, dünyanın sadece bir
illüzyondan ibaret olduğunu söylemişti. Bu düşüncesi coşkulu İngiliz
yazar Samuel Johnson tarafından şu şekilde reddedildi,
''Onu bu şekilde çürütüyorum...'' – ve bir taşı tekmeledi.
Johnson gerçekte hiçbir şeyi çürütmedi. Fakat buna rağmen doğru yanıtı ortaya attı.
Philip Ball