4 Ekim 2016 Salı

Simulasyon mu? Gerçek mi?

Bu eski sorular genelde sadece filozofları ilgilendiren meseleler gibi görünürler. Bilim insanları daha ziyade dünya nasıl ve neden oluştu gibi meselelere odaklılardır. Fakat bu konuda bazı mevcut tahminler var ki, konu bilimin meselesi haline gelebiliyor.
Günümüzde bizlerin devasa bir bilgisayar simülasyonu içerisinde yaşıyor olabileceğimize dair fikirlerle ilgilenmek çok sayıda fizikçi, kozmolog ve teknoloji uzmanını mutlu ediyor, Matrix tarzı bir sanal dünyada yaşamak, yaşadığımız hayatı gerçek sanmamıza neden olabilir.
Şüphesiz, isyankar sezgilere sahibiz. Bir simülasyonu bütünüyle gerçek gibi hissedebilir. Elimdeki kahve fincanının ağırlığı, içeriğinde bulunan zengin aroması, etrafımı çevreleyen sesler – bu denli zengin deneyimler nasıl sahte olabilirler?
Fakat geçtiğimiz birkaç on yıl boyunca bilgisayar ve bilgi teknolojilerinin aldıkları olağanüstü gelişmeleri dikkate almak gerek. Bilgisayarlar bize acayip bir gerçekliğe sahip oyunları deneyimleme şansı sağladılar – bu oyunlarda bulunan otonom karakterler yaptığımız seçimlere yanıt verebilme becerisine sahipler – bunların yanısıra sanal gerçeklik simülatörleri muazzam bir inandırıcılık gücüne sahipler.
Tüm bunlar sizi paranoyak yapmak için yeter de artar.
Matrix hikayeyi eşi görülmemiş bir berraklıkla formülleştirmeyi başarmıştı. Bu hikayede, kötücül bir güç tarafından sanal bir dünyanın içerisine hapsedilen insanlar kendilerine yaşatılan sanal hayatı koşulsuz bir gerçek gibi algılıyorlardı. David Cronenberg'in 1983 yapımı Videodrome ve Terry Gilliam'ın 1985 yapımı Brazil'i de benzer konular işliyorlardı.



İşlerin berbat bir noktaya doğru gittiği bu yapımların ardında karaltılar içerisinde iki soru karşımıza çıkıyor. Gerçek olmayan sanal bir evrende, bir simülasyonun içerisinde yaşadığımızı nasıl bilebiliriz? Ve bunun bir önemi olmalı mı?
Bizlerin aslında bir simülasyonun içerisinde yaşadığımız düşüncesini savunanlar arasında oldukça yüksek profilli insanlar bulunuyorlar.
Haziran 2016'da teknoloji girişimcisi Elon Musk bizlerin su katılmamış bir gerçeklik içerisinde yaşıyor bulunma olasılığımızın milyarda bir olasılığa sahip olduğunu iddia ediyordu.
Benzer şekilde, Google'ın yapay zeka uzmanı Ray Kurzweil bu konuya dair düşüncelerini şu sözler ile özetlemişti; ''Belki de bizim evrenimiz bir başka evrende yaşamakta olan bir lise öğrencisinin bilim deneyinden başka bir şey değildir.''
Dahası, bazı fizikçiler bu olasılığı akılda bulundurmaya istekliler. Nisan 2016'da bu fizikçilerden bazıları ABD, NY'da bulunan Amerikan Doğal Tarih Müzesi'nde konu üzerinde tartıştılar.

YAŞADIĞIMIZ EVREN GERÇEK OLMAYABİLİR
Elbette bu insanların hiçbiri Matrix'te olduğu gibi yapışkan sıvılarla dolu bir kapsülün içerisinde kablolarla tutturulmuş şekilde yaşadığımızı ileri sürmüyorlar.
Onun yerine iki farklı şekilde içerisinde yaşamakta olduğumuz evrenin aslında gerçek olmayabileceğini öne sürüyorlar.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden kozmolojist Alan Guth, evrenimizin bir laboratuvar deneyinden ibaret olabileceği iddiasında bulunuyor. Bu düşünceye göre evrenimiz süper zeki bir tür tarafından yaratılmış olabilir, aynı mikro organizmalardan bir koloni oluşturan biyologların yaptıkları gibi.
Guth, bu düşüncenin evrenimizin oluşumunda gerçekleştiği düşünülen Büyük Patlama'nın sonucunda uzayın gerçek madde ve enerji ile dolduğu düşüncesini geçersiz hale getirmediğini de söylüyor.
Yeni bir evren kendi baloncuğu içerisinde kendi uzay zamanını yaratabilir. Bu evreni kapsayan baloncuk belki de daha büyük merkezi bir evrenden koparak ortaya çıkmış ve zamanla aralarındaki bağlantı bütünüyle yitirilmiş olabilir.
Bu senaryo aslında hiçbir şeyi değiştirmiyor. Evrenimiz bir kabarcık içerisinde yukarıda anlatıldığı gibi oluştuysa, bu kabarcık oluşumlar bir deney odasında bulunan test tüpleri içerisinde bulunan kabarcıklar olabilirler, fakat bu fiziksel ''gerçeklik'' sözde ''doğal'' olarak ortaya çıkmış sayılıyor.


BİR BİLGİSAYAR KARAKTERİNDEN FARKLI DEĞİLİZ
Ancak, ikinci bir senaryo daha bulunuyor. Ayrıca bu ikincisi, tüm dikkatleri üzerine çekmeyi başarıyor, çünkü bizim gerçeklik dediğimiz şeyi bütünüyle yıkmak üzerine kurulu.
Musk ve öteki benzer kafadaki kimseler bizlerin bütünüyle simülasyondan ibaret olduğumuz düşüncesini öne sürüyorlar. Bu düşünceye göre bizler, süper güçlü bir bilgisayarın içerisindeki bilgisayar oyunu karakterlerinden farklı değiliz.
Hatta beyinlerimiz de bu bilgisayar tarafından programlanmış durumda, bilgisayarın bize verdiği sahte verilere tepki vermek üzerine kurgulanmışlar.
Bu görüş, bize içerisinde yaşadığımız söylenen Matrix'ten bir kaçış olmadığı sonucuna varmamızı sağlıyor. Yaşadığımız her neresi ise, orada yaşamaktan başka çaremiz olmadığını söylemek istiyorlar.
Peki ama bu tip oldukça süslü bir olasılığa neden inanalım? Ortaya atılan düşünce oldukça basit: bizler zaten simülasyonlar üretiyoruz, ve pekala daha iyi bir teknolojinin yardımı ile ürettiğimiz simülasyonlar çok daha kapsamlı bir hale gelebilir.
Gerçekleştirdiğimiz bilgisayar simülasyonları oyunlardan ibaret değil, araştırmalarımız için de bu tip teknolojiler kullanıyoruz. Bilim insanları bir atomun davranışından tutun da koca bir toplumun davranışlarına ya da evrenin tamamına kadar pek çok unsuru taklit eden simülasyonlar üretmeye çalışıyorlar.
Örnek olarak, hayvanlara dair yapılan bilgisayar simülasyonları sürü ya da bireysel halde sürdürülen davranışların karmaşıklığı hakkında bilgilerimizi arttırmamıza yardımcı olabilir. Daha farklı simülasyonlar bize gezegenlerin, yıldızların ve galaksiler hakkında bilgi sağlayabilirler.
İnsan topluluğunu taklit eden simülasyonlar ile şirketlerin nasıl ortaya çıktıklarını, şehirlerin nasıl geliştiklerini, trafiğin ve ekonominin nasıl işlediğini ve daha pek çok konuda bilgilerimizi arttırabiliriz.
Bilgisayarların güçleri arttıkça ürettiğimiz simülasyonlar daha karmaşık ve gelişmiş bir yapıya ulaşıyorlar. İnsan davranışlarını taklit eden bazı simülasyonların bilişsel yapımızı taklit etme denemeleri uzun zamandır deneniyor. Araştırmacılar üretilen simülasyonların karar alma süreçlerinde bilgisayar yazılım dilinde sıkça kullanılan ''if...then...'' (eğer...o halde...) kısıtlamasının ötesine geçecekleri tarihin hiç de uzak olmadığı konusunda hemfikirler. Onun yerine bilgisayarlara insan beyninin basitleştirilmiş bir modelini entegre ederek nasıl tepki vereceğini görmek istiyorlar.

EVRENİN BİR BAŞKA KÖŞESİNDE ZEKİ BİR TÜR ÇOKTAN BU NOKTAYA ULAŞMIŞ OLAMAZ MI
Bir gün gelecek bütünüyle hesaplamaya dayanan ve Matrix'te bulunan ajanlar gibi düşünüp karar alabilen sanal oluşumlara hayat veremeyeceğimizi kim söyleyebilir? İnsan beyninin çalışma prensiplerini daha iyi anlamamız ve haritalandırmamız, kuantum bilgisayarlarının vaat ettikleri uçsuz bucaksız işlem hacmi ile birleştiğinde tüm bunları gerçekleştirmek gündelik hayatın sıradan bir parçası haline gelebilir.
Eğer bu aşamaya ulaşırsak, çok fazla sayıda simülasyonu işletme şansımız olacaktır. Tüm bunlar çevremizi saran ''gerçek'' dünyadan daha geniş ölçekli ve sayıca üstün durumda olacaklardır.
Evrenin bir başka köşesinde zeki bir tür çoktan bu noktaya ulaşmış olamaz mı?
Eğer öyle ise, evrenin bir yerlerinde bizim gibi bilinçli varlıkların aslında bir simülasyonun içerisinde yaşadığımızı ve arkada çalışan sanal gerçeklik içerisinde sadece bir tane dünya olmadığını düşünmesi de mantıklı olacaktır. Bu olasılık şimdi daha büyük bir boyut kazanıyor.
Oxford Üniversitesi'nden filozof Nick Bostrom, bu senaryoya dair üç olasılık öne sürüyor.
Zeki toplumlar kendilerini sistemin dışına çıkarmayı başarmadan aslında bir simülasyonun içerisinde yaşadıklarını asla gerçek manada öğrenemezler, ya da
Zeki bir başka tür bu noktaya vardıysa da bazı sebeplerle bu tip bir simülasyon kurmamış olabilirler, ya da;
Bizler bir simülasyonun birer parçası olmaya uygunuz.
 Mesele şu ki, bu opsiyonlardan hangisi daha fazla olasılık dahilinde olabilir?
Astrofizikçi ve Nobel ödüllü George Smoot, birinci ve ikinci olasılıklara inanmamız için ortada bir sebep olmadığını belirtiyor.
Şüphesiz, insanlığın kendisi şu anda pek çok problemin sebebi durumunda, küresel ısınma ve nükleer silahlar sebebiyle neslinin tükenme olasılığı gibi. Fakat bu sorunlar nihai bir son manasına gelmek zorunda değiller.
Üstelik, bu problemleri yaşıyor oluşumuz, bunların da üretilmiş ajanların içeriğinde kendilerini gerçek ve özgür sandıkları bir simülasyonun bir parçası olmadıkları manasına gelmez. George Smoot şunu da ekliyor, Evrenin başka bir köşesinde bizim dünyamız gibi yaşanabilir bir başka gezegende neler olduğuna dair ne biliyor olabiliriz? Bu daha ziyade, bizim kendimizi evrendeki en zeki canlı türü olduğumuzu farz etmemiz ile ilgili olabilir.
İkinci madde hakkında neler söyleyebiliriz? Mesela, yaratacağımız bir simülasyon teknik bir sorun nedeniyle kendisinin gerçekten var olduğunu düşünecek olsa ve özerkliğini ilan etse, o halde etik sebepler nedeniyle simülasyonlar üretmeyi durdurabiliriz.
Fakat Smoot'un söylediğine göre bu pek olasılık dahilinde değil. Çünkü gerçek dünyayı taklit eden simülasyonlar üretmemizin oldukça geçerli bir sebebi bulunuyor. Bu bilgisayar simülasyonları dünyayı daha iyi bir hale getirebilir ve başkalarının hayatlarını kurtarabilir. İşte bu onları üretip işletmemiz için yeterli bir etik sebeptir.

BU BİR SİMÜLASYONSA PROGRAMIN AÇIKLARI BULUNABİLİR
İşte bu gerekçeler bizi üçüncü olasılık ile baş başa bırakıyor; biz zaten bir simülasyonun içerisinde yaşamaktayız.
Fakat bu şimdilik sadece bir varsayımdan ibaret. O halde, bir simülasyonun içerisinde yaşadığımıza dair kesin kanıtlara nasıl ulaşabiliriz?
Çok sayıda araştırmacı bu tip bir kanıta ulaşmanın simülasyonun ne derece iyi kurgulandığına bağlı olarak değişebileceğine inanıyorlar. Bu konuda atılabilecek en iyi adım, programın içerisindeki hataları aramak olacaktır, aynı The Matrix'te yapay bir doğada yaşamakta olunduğunu açığa çıkaran arızalı noktalar gibi sorunlar bulmak, sistemin asıl yapısının ortaya çıkmasını sağlayabilir. Örneğin, fizik yasaları ile uyumsuz unsurları arayıp tespit ederek bunu yapabiliriz.
Alternatif olarak, yapay zeka mütehassısı Marvin Minsky'ın önerisi şu yönde, bu arama çalışmasını hesaplama hatalarından ortaya çıkan ''sayıları yuvarlak hale getirme'' sorunlarını tespit ederek gerçekleştirebiliriz. Örneğin, sonuçlanma olasılığı güçlü hadiselere '1' diyecek olursak, bunların gerçekleşmediklerini tespit etmemiz, ortada ters giden bir şeyler olduğunu anlamamızı sağlayabilir.
Bazı bilim insanları, bir simülasyonun içerisinde yaşadığımızı düşünmek için ortada ciddi sebepler olduğuna ikna olmuş vaziyetteler. Sebeplerden bir tanesi, evrenimizin sanki tasarlanmış gibi görünmesidir.
Doğanın değişmezleri, mesela temel güçlerin kuvvetleri gibi, yaşamı mümkün hale getirmek için bilhassa ayarlanmış gibi görünmektedirler. Aksi halde atomlar uzun süre stabil halde kalamazlardı, ya da yıldızlar mevcut formlarına sahip olamazlardı. Bu meselelerin mevcudiyetleri ve neden böyle oldukları, kozmolojinin en derin gizemleri olarak varlıkları koruyorlar.

"ÇOKLU EVREN"
İhtimal dahilindeki bir yanıt ''çoklu evren'' düşüncesini anımsamamızı sağlıyor. Belki de orada bir yerlerde çok sayıda başka evren bulunuyordur, hepsi Büyük Patlama benzeri hadiseler ile ortaya çıkmışlardır ve hepsi farklı fizik yasaları tarafından yönetiliyorlardır. Bu evrenlerin bazıları ise şans eseri hayatın yeşermesi için uygun ortama sahip olmuşlardır – ve eğer bu tip bir uygun ayara sahip olmayan bir evrende olsaydık uygun ortama sahip olanlar hakkında gereken soruları soramazdık, çünkü asla var olamazdık.
Ancak, paralel evrenler fikri oldukça spekülatif bir düşünce. Bu sebeple en azından kendi evrenimizin içerisinde yaşama olasılığı mümkün olsun diye parametreleri ile oynanarak yıldızların, galaksilerin ve insanların ortaya çıkmalarını sağlamaya yönelik düzenlemelerin yapıldığı bir simülasyon olduğunu düşünmek akla yatkın hale gelmektedir.
Bunun mümkün olmasına rağmen, mantık bizi herhangi bir noktaya ulaştırmıyor. Yine de, herhalde yaratıcılarımızın ''gerçek'' evreni onların da var olmaya devam edebilmeleri için bilhassa yaşama uygun şekilde ayarlanmış olmalı. Demek oluyor ki, varsayalım bir simülasyonun içerisindeyiz, o halde bu yaşama uygun hale getirme meselesi için evrene düzgün bir ayar çekilmiş olması gizemini aydınlatmamızın bir yolu bulunmuyor.
Konu evrende hata aramaya gelince, bazıları modern fizik sayesinde keşfettiğimiz ve gerçekten tuhaf olan bazı unsurların bir şeylerin yanlış gittiğine dair en güçlü deliller olduklarını işaret ediyorlar.
Kuantum mekaniği, evrendeki en küçük ölçekli unsurların teorisi, her türlü acayipliğin en üst seviyesinde. Örneğin, hem madde hem de enerji tanecikli bir görünüme sahipler. Dahası, inceleyebildiğimiz evrenin çözünürlüğünde limitler olduğunu görüyoruz, ve eğer çok ufak ölçekli bir şey üzerinde çalışıyorsak, şeylerin ''belirsiz'' bir görünümde olduklarına tanık oluyoruz.
Smoot, bunların kuantum fiziğinin belirsiz özellikleri olduğunu ve bir simülasyonun içerisinde var olduğumuzu düşünmemize sebep olan etkenler haline geldiklerini söylüyor. Bu durum aynı önünüzdeki ekrana çok fazla yakından baktığınızda görüntünün içerisindeki pikselleri görebilmeniz gibi bir duruma neden oluyorlar.
İkinci bir tartışma, evrenin matematiksel ana hatlar üzerinde ilerlediğine dair ortaya çıkıyor, bu da kendinizi bir bilgisayar programının içerisinde gibi sanmanıza neden olabilir. Eninde sonunda, bazı fizikçilerin söyledikleri, gerçeklik sadece matematikten ibaret olabileceği yönünde.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden Max Tegmark, eğer fizik yasaları birer bilgisayar algoritmasından ibaret iseler, bundan ne ummamız gerektiği tartışmasını ortaya atıyor.
Ancak, bu tartışma oldukça dolambaçlı görünüyor. Hepsinden önce, eğer bizim ''gerçek'' dünyamız bazı süper zeki canlıların ürettikleri simülasyonlardan ibaret ise, aynı bizde olduğu gibi bunların kendi evrenleri de bazı fiziksel prensiplerin temelleri üzerinde bulunuyor olmalıdır. Demek oluyor ki, bizim dünyamızın matematikselliği bir bilgisayardan kaynaklandığı manasına gelmez, aksine evrenimiz bir bilgisayar simülasyonu olsa da matematiksel yapısı o simülasyonu işleten bilgisayarın bulunduğu evrenin kendi kuralları da o şekilde olduğu için mümkün olabilir.
Aksine, simülasyonlar matematiksel kurallar üzerine inşa edilmiş olmak zorunda değiller. Örneğin, rastgele sonuçlara ulaşmak üzere kurgulanmış olabilirler. Bu durumda süreçlerin sonucunda elde ettiğimiz veriler açık deliller olmayacaklardır, yani doğanın matematiksel işleyişi her şeyin ''gerçek'' olduklarını düşünmemiz için yeterli birer sebep sayılamazlar.
Ancak, fiziğin temelleri hakkında yaptığı çalışmalara dayanarak Maryland Üniversitesi'nden James Gates, daha spesifik sebepler öne sürerek fizik kanunlarının bir bilgisayar simülasyonu tarafından dikte edildiklerini düşünmemiz için olağan şüpheler bulunduğunu söylüyor.
Gates, kuarklar, proton ve nötronların bileşenleri, atom çekirdeği gibi atomaltı parçacıklar düzeyindeki madde hakkında çalışmalar sürdürüyor. Diyor ki, bu parçacıkların davranışlarını yöneten kanunlarda oluşan hatalar bir bilgisayar tarafından işletilen yazılımlardaki hataları düzeltmeye yarayan kodlara sahip gibi görünüyorlar. Yani belki de bu kanunlar gerçekten bilgisayar kodlarından ibaret olabilirler mi?
Belki de olabilir. Ya da belki de bu fiziksel yasaların hatalarını düzelten kodlar bulunduğu düşüncesi, bizim kendi ilerlemiş teknolojilerimizin ışığında doğayı yorumlama şeklimizden kaynaklanmaktadır.

BİR SİMÜLASYONUN İÇERİSİNDE YAŞADIĞIMIZI İSPAT ETMEMİZ OLDUKÇA GÜÇ
Bir zamanlar Newton mekaniği evreni saat mekanizması gibi işleyen bir sistem olarak algılamamıza neden olmuştu, ve daha yeni olan genetik çalışmalar – bilgisayar çağının şafağında – bazı şeyleri kayıt ve okuma özelliğine sahip dijital kodlar gibi görmemize neden oldular.
Eğer imkansız değil ise bile bir simülasyonun içerisinde yaşadığımızı ispat etmemiz oldukça güç görünüyor. Eğer bir simülasyonun içerisinde yaşıyorsak bile, sistemi yürüten bilgisayar aşırı büyük bir hata yapmadığı sürece bunu ispat etmemiz mümkün olmayabilir.
Smoot, gerçeği asla öğrenemeyebileceğimizi söylüyor, sebebi basit, zihnimiz bunun için yeterli değildir. Nihayetinde, kendi ürettiğiniz bir oyunun kurallarına göre hareket edecek bir ajan yarattığınızda, bu ajanın sistemi yıkmasını istemezsiniz. Eğer bir simülasyonun içerisinde yaşıyorsak bile, bu dışını asla göremeyeceğimiz bir kutudan ibaret olabilir.
Ancak bu bilgece sebep eğer büyük bir bilgisayar tarafından yönetiliyorsak bu duruma neden üzülmememiz gerektiğini gösteriyor. Çünkü eğer öyle ise bile bazı fizikçiler bizim hayatımız dışında ''gerçek' bir dünya ve hayat var ise bile onun da bizimkine benzediğini düşünüyorlar.
Kuantum teorisinin kendisi artan bir şekilde bilgi ve hesaplama konusuna dayanıyor. Bazı fizikçiler şunu hissediyorlar, en temel seviyesinde, doğa kuramsal matematikten ziyade kuramsal bilgiye dayanan bir yapıya sahip: bilgi bitlerinde olduğu gibi bilgisayarların çalışma prensibi olan bir ve sıfırlardan oluşmuş gibiler. Etkili br teorik fizikçi olan John Wheeler bu kavramı şöyle adlandırıyor, ''Bit'ten mütevellit.''
Bu bakışa göre, en temel parçacıklardan yukarı doğru var olan her şey, bir çeşit hesaplamadan ibaret.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nden Seth Lloyd diyor ki, ''Evren bir çeşit devasa kuantum bilgisayarı olarak kabul edilebilir. Eğer evrenin ''içine'' bakacak olursak – maddenin en küçük boyutunun yapısına – bu sistemin içinin -kuantum- bitlerinden başka bir şey olmayan lokal, dijital işleyişe sahip olduğunu görürüz.
Bu bizi maddenin kütlesine götürüyor. Eğer gerçeklik sadece bilgi ise, ve eğer biz bir simülasyonun içerisindeysek ya da değilsek, bu bizi daha az ''gerçek'' yapmıyor. Her iki durumda da, bilgi bütünüyle biz olabiliriz.
Bu bilginin doğa ya da süper zeki bir bilgisayar tarafından programlanmış olması neyi değiştirir? Neden değiştirmesi gerektiği de yeterince açık değil – şunun haricinde, sonraki durumda, herhalde yaratıcılarımız simülasyona müdahale edebilirler, ya da hatta tamamen kapatabilirler. Bu konuda nasıl hissetmeliyiz?
Bu olasılığı önemseyen Tegmark, simülatörün sıkılma olasılığına karşı hepimizin dışarı çıkıp ilginç bir şeyler yapmamızı öneriyor.
Bu söylemin en azından yarısının şakacıktan ifade edildiğini düşünüyorum. Yine de, elbette ilginç hayatlar sürmek için sebep arıyorsak aksi takdirde silineceğini düşünmekten daha iyi seçenekler bulabiliriz. Fakat fikrin tamamıyla birlikte bazı problemler yanlışlıkla ağızdan kaçıyor.
Süper zeki bilgisayar düşüncesi şöyle söylüyor, ''Ahh bak, bu biraz sıkıcı çalışıyor, hadi bunu kapatıp başka bir tane açalım,'' bu görüş insandan çıkabilecek komiklikte. ''Yaratıcılarımızın'' Xbox başında oturan gelgeç akıllı gençler olabileceği ihtimali üzerine Kurzweil'in bir okul projesine verdiği yanıt gibi.
Bostrom'ın üç olasılığı hakkındaki tartışmalar bir çeşit solipsizme (tekbencilik) yol açıyor. Bu, evren hakkında derin sözler söylemek için 21.yy insanına uygun bir tahmin girişimi. Şuna söylemeye getiriyor: ''Biz bilgisayar oyunları yapıyoruz. Bahse girerim bizden daha gelişmiş canlılar da kesin yapıyorlardır. Tek fark onlar yaptılar mı alasını yapıyorlar!''
Bu süper zekalı oluşumların neler yapabileceklerini düşünmeye çalışalım, ya da bunların neden oluştuklarını, önümüzde pek fazla seçenek yok fakat işe kendimizden başlayabiliriz. Fakat bunlar cehaletin iplik ağları ile çepeçevre sarıldığımız sonucuna gelmemeli.
Dünyanın simülasyon olabileceği görüşü eski bir filozofik görüşün günümüz teknolojisi ile harmanlanmış hali. Bunda bir sakınca yok. Pek çok filozofik muamma gibi, o da kendi sanılarımızı ve önyargılarımızı yeniden gözden geçirmemizi sağlıyor.
1700'lerin başlarında filozof George Berkeley, dünyanın sadece bir illüzyondan ibaret olduğunu söylemişti. Bu düşüncesi coşkulu İngiliz yazar Samuel Johnson tarafından şu şekilde reddedildi, ''Onu bu şekilde çürütüyorum...'' – ve bir taşı tekmeledi.
Johnson gerçekte hiçbir şeyi çürütmedi. Fakat buna rağmen doğru yanıtı ortaya attı.

Philip Ball


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder